Güven, bir
insanı en temelde iyi bir insan yapan özelliklerin başında gelir. İnsanın bir
insana güvenmesi hem onu sevmesi hem de kendini sevilecek bir insan haline
getirmesini sağlar. Hayatından güveni çıkaran kişi ilk olarak karşıdakinin hep
art niyetli olduğu kurgusuyla hareket edecektir. Bu düşünce yapısını sürdüren
insanın uzun vadede kendisinin de aynı şekilde art niyetli olmasından başka
çıkar yol yoktur. Şimdi peki neden bu hepimizin bildiği şeyleri anlatıyorum.
Kapitalizmin
uygulanageldiği bizim gibi geri bırakılmış ülkelerde parçalanan aile bağlarının
sonucunda yalnızlaşan bireyler ortaya çıkmaktadır. Yalnızlaşan bireyler
birbiriyle güven sorunu yaşamak zorunda değildir. Tipik olarak bir Alman, ya da
bir Norveç’li için güven önemli bir erdemken bizim ülkemizde gün geçtikçe
değerini yitirmektedir. Mesela bir Avrupa’lı kadın tüm Avrupa’yı tek başına
otostop çekerek gezebilir, en ücra ve ucuz hostellerde hiç tanımadığı ve hatta
karşı cinsleri de içeren on kişinin arasında uyuyabilir. Bu ülkelerin insanları
söylenen bir sözün arkasında öncelikli olarak bir art niyet aramayı
düşünmezler. Söylenen sözdeki hatalar ancak karşıdakinin bilgi eksikliğinden
veya kendilerinin yanlış anlama ihtimallerinden ortaya çıkar. İlk başta her iyi
niyetli insan gibi karşısındakinin de iyi bir insan olduğunu düşünürler genel
olarak. Tabii onlardaki yozlaşma da, onların da sütten çıkmış ak kaşık olmadığı
da ayrıca tartışılabilir ama bu yazının konusu değildir.
Bizim gibi
ülkelerde ise güvensizlik gün geçtikçe artmaktadır. Bizim bu ülkelerden farkımız
kapitalizmin çarpıklığından kaynaklanır. Çünkü çarpık kapitalizmin en önemli
unsuru olan hak-hukuk ihlalleri insanlara doğru hayat öğretisi olarak kısa
yoldan ve emek vermeden bir takım bilgi, yetki, para ve hatta eş, sevgili
kazandırmayı belletir. Bunun için yapılması gereken bu rolleri iyi
oynayabilmektir. Kendinden vazgeçmeyi gerektiren bu davranış biçiminin en
karakteristik özelliği ironik olarak aslında varlığı yokluğu gün geçtikçe
kaybolmakta olsa da kendinden bahsetme ve kendini karşılaştırma durumudur.
Bundan 30 yıl
önce de çarpık da olsa aslında bir kapitalizm vardı ancak güven tabii ki bu
kadar sorun değildi. Bu her ne kadar karşıt bir argüman olarak görünüyor olsa
da aile bağlarının değişimini ihmal etmektedir. Mahalle yaşamı, aile bağları,
iş arkadaşlıkları ve toplumsallık bundan 30 yıl önce çok daha güçlü bir güven
ortamı doğurmaktaydı. İnsanlar birbirlerinin sıcaklığını çok daha fazla
duyuyordu. Çözülen bu bağlara bir de gemisini kurtaran kaptan mantığı eklenmesi
insanlardaki erdemlerde bir erozyon yarattı. Bu tahribat tam olarak kimlik
boşalmasıdır. Aynı olmayan bir kimlik boşalmasını elbette çarpık olmayan
kapitalist ülkelerdeki insanlar da yaşar. Ancak hala güven anlamında bizim
kadar geri bir noktaya düştükleri söylenemez.
İşte bu noktada
yaşanan kimlik boşalmasını doldurmanın, daha doğrusu ört bas etmenin en iyi
yolu kendisinin herkesten farklı olduğunu kanıtlayan bir ego geliştirmektir.
İnsan ilişkilerinde, özellikle paylaşım savaşının daha da sert olduğu yerler olan işyerlerinde bu ego
savaşlarına çokça tanık olunabilir. Bu savaşların ortak noktası diğerinin iyi
niyetli olmadığı varsayımıdır. Bu art niyetlilik güven duygusundaki boşlukla
doğru orantılıdır. Ne kadar kendinden vazgeçebilirsen o kadar önemli olduğunu
düşünürsün. Çünkü boşluğun farkındasındır ve rahatlayacak tek alanın çizilmiş
olan başarı kriterlerinde bir üst basamağa çıkabilmendir. Yani kendin olduğun
için bu hayatı yaşamaktansa, söyleneni yaşadığın için birşeysindir. Bu birşeylikle
övünebilmek için birşey de olsan başarılı birşey olman gerekir. Bu noktada bu
çarpıklığın farkında olup hala kendi olduğu için bu hayatı yaşamayı başaran
insanlar dost olmayı, aşık olmayı ve mutlu mu bilmiyorum ama en azından doyumlu
bir hayat yaşamayı başarabilirler. Tabii tahribattan kısmen korunmanın yolu
budur.
İyi bir insan
olmanın çok önemli bir özelliği ilk olarak karşındakinin iyi niyetli olduğunu düşünmektir.
Elbette saf veya salak olmaktan bahsedilmemektedir. Ancak insanlar iyidir ve
sen insanlara iyilik edersen onlardaki iyi tarafı ortaya çıkarırsın diye
düşünmeden kurulan her ilişki yanlış anlamalara gebedir. Tarihte insanların
birbirini bu kadar çok yanlış anladığı başka bir zaman var mıdır?